Bilindiği gibi bir hukuki işlemin kurucu unsurlarının tam olması, o işlemin hukuken geçerli ve bağlayıcı etkili olacak şekilde hüküm ve sonuçlar doğuracağı anlamına gelmez. Bununla birlikte hukuki işlemlerin sonuç doğurabilmesi için geçerlilik unsurlarında bir eksiklik olmaması gerekmektedir. Bu geçerlilik şartlarından biri irade ve beyan örtüşmesidir. İrade ile beyan örtüşmediği takdirde hukuki işlem geçersiz sayılmaktadır.
Muvazaa kavramı ise irade ile beyan arasındaki uygunsuzluğun her iki tarafça bilerek ve isteyerek ortaya çıkmasıdır. Muris muvazaası kavramı ise Yargıtay İBGK’nin 01.04.1974 tarihli 1974/1 E. 1974/2 K. numaralı kararı ile Türk Hukuku’nda yerini almıştır. Söz konusu karar uyarınca, bir işlemde muris muvazaasının varlığına kanaat getirilebilmesi için mirasbırakanın kendisine ait bir malvarlığını mirasçılardan mal kaçırmak maksadıyla diğer bir mirasçıya devretmesi ve esasen bağış niteliğinde olan devir işlemini satış olarak göstermesi gerekmektedir. Aynı içtihat uyarınca, mirasbırakanın mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde muris muvazaası hukuki nedenine dayalı olarak bir talepte bulunabilmesi mümkün olmayacaktır. anılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır.[1]
Hal böyle olunca; muris muvazaası hukuki nedenine dayanılarak açılan davalarda üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan biri de mirasbırakanın söz konusu tasarruf işlemini yaptığı sırada mirasçılar arasındaki hak dengesini gözetip gözetmediğidir. Çalışmamızın devam eden kısmında mirasbırakanın mirasçılar arasındaki hak dengesini gözetmesinin ne anlama geldiği izah edilmeye çalışılacaktır.
Hak Dengesi ile Gerçekleştirilen Mal Paylaşımı
Mirasbırakanın iradesi, mallarını sağlığında tüm mirasçılarına eşit ya da denk şekilde paylaştırmaksa ve tüm mirasçılar gözetilerek eşitlik ilkesi ile adaletli bir biçimde hareket etmekse mal kaçırma saikinin varlığından söz edilemeyecek, hak dengesinin gözetildiği sonucuna varılacaktır. Mirasıbırakanın mirasçıları arasında gerçekleştirdiği mal paylaşımında hak dengesi gözetip gözetmediğinin tespitinde; ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın hukuki işlemi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da benimsenen görüş aynı yöndedir.[2]
Tanımdan anlaşılacağı üzere mirasbırakanın mirasçılar arasında gerçekleştirdiği paylaşımın hak dengesi ile gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespiti bakımından her bir mirasçının eşit değerlere sahip kazanımlarının olması aranmamakta, yukarıda anılan koşulların bulunup bulunmadığı ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
Örnek vermek gerekecek olursak; ülkemizde çoğunlukla erkek çocukları kız çocuklarına karşı üstün tutulmaktadır. Fakat erkek çocuğa kız çocuktan değeri daha yüksek kazanımlarda bulunulması bize tek başına mirasbırakanın erkek çocuğu daha üstün tuttuğunu ve kız çocuktan mal kaçırma saikinin olduğunu göstermemektedir.[3] Üst kısımda da belirtildiği üzere bu tür durumlarda mirasbırakanın hangi amaçla bu kazandırmada bulunduğunun mahkemece özenle araştırması gerekir. Örneğin çoğunlukla baba-oğul tarafından yürütülen işlerde, babanın vefatı ile mirastan kız çocuğuna düşen payın damat tarafından hesapsızca elden çıkarılması sıklıkla karşılaşılan durumlardan birisidir. Bu nedenle mirasbırakan, erkek çocuk mirasçısıyla birlikte yürüttüğü iş yerine ait dükkan yahut araç gibi bir takım kazandırma konusu eşyaları erkek çocuğa devretmesi sonucunda erkek çocuğun üstün tutulduğuna dair doğrudan kanıya varılamayacak olup somut olay koşulları ile beraber değerlendirildiğinde hak dengesinin kurulduğu kanısına varılabilmesi de mümkün olacaktır. yine sıklıkla karşılaşılan durumlardan biri de mirasbırakanın bir işletmeye sahip olması ve bu işletmeyle ilgili mal varlığını genellikle o işletmeyi beraber yürüttüğü mirasçısına devretmesidir. Kanaatimizce, elbette işletmeyi beraber yürürttüğü mirasçıların dışında da haklarının makul ölçüde gözetilmesi şartıyla, bu durumda da mirasbırakan taraından işletmenin bekası, işletmeyi beraber yürüttüğü mirasçının o güne kadar işletme için ortaya koyduğu emek vb. hususlar göz önünde bulundurularak yapılan devirlerde mirasbırakanın yine mirasçılar arasındaki hak ve menfaat dengesini gözeterek tasarrufta bulunduğu ve bu nedenle de ortada diğer mirasçılardan mal kaçırma iradesinden bahsedilemeyeceği değerlendirilebilecektir.
Sonuç
Yargıtay uygulamasında muris muvazaasının oluşabilmesi için farklı şartlar aranmaktadır. Özellikle, muris muvazaasından bahsedilebilmesi için mirasbırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının olması gerekmektedir. Tüm mirasçılara mal paylaştırıldığı fakat bu malların eşit olarak paylaştırılmadığı ihtimallerde doğrudan bir mirasçının daha üstün tutulduğu ve muris muvazaasının oluştuğu kanaatine varmak Yargıtay uygulaması gereğince isabetli olmayacaktır. Bununla birlikte mirasbırakan sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde tüm mirasçıları kapsar biçimde ve somut olaya göre beşeri ilişkilerin dinamiklerinden yararlanmak suretiyle bir paylaştırma yaparsa mal kaçırma kastından söz edilebilmesi mümkün olmayacak[4] ve mirasbırakanın hak dengesi gözetilerek mal paylaşımında bulunduğu sonucuna ulaşılabilecektir. Mahkeme tarafından bu sonuca ulaşılması halinde yapılması gereken isabetli değerlendirme mirasbırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının söz konusu olmadığı ve muris muvazaası hukuki nedeninin şartlarının oluşmadığıdır.
Av. Şeref Berkay Şener
[1] Bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1-1244 E. 2020/228 K. 26.02.2020 T.
[2] Bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2007/44 E. 2007/31 K. 24.01.2007 T.
[3] Hasan Kaya, Bütün Yönleriyle Muris Muvazaası Davaları, Adalet Yayınevi, Ankara 2022, s.187
[4] Bkz. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2017/743 E. 2020/775 K. 11.02.2020 T.